OSMANLI’NIN TURİZM İLE GEÇİNEN İLK ADASI: ADAKALE
H. Yıldırım AĞANOĞLU
Bir yer hayal
edin, yüz yıl önce nüfusunun tamamı Türklerden oluşsun. Bir yer hayal edin ki
sularla çevrili bir ada olsun. O sular, orada yaşayanları izole edip, karayla
bağlantısını kessin. Bu kuşatılmışlık yabancı kültürden ve hatta düşmanlardan
korusun. Nereden bahsediyorsun, dediğinizi duyar gibiyim. Burası bir ada ama ne
denizde, ne de gölde. Bir nehrin ortasında 1.500 metre uzunluğunda
400 metre
genişliğinde bir ada. “Türkün gönlünde dağ
varsa Balkan’dır, nehir varsa Tuna’dır” dizesindeki Tuna nehrinin üzerinde
Romanya ile eski Yugoslavya arasında kalmaktaydı.
Bizim
gönlümüzde, tarihi ideallerimiz ve kültürümüzde Rumeli ismiyle geçen, yakın zamana kadar tüm dünyanın Balkanlar dediği, ancak şimdi adı
nedense Güneydoğu Avrupa diye
anılmaya başlayan coğrafyanın, bir inci tanesi kadar güzel beldelerinden sadece
biriydi bu ada.
Bir araştırmada
adanın kısa tarihi ve içinde oturanların kimler olduğu şöyle anlatılmaktadır: Tahminî olarak 1770’li yıllardan sonra Tuna
nehri üzerinde hiçbir vapurun geçmediği, Adakale’de bir paşanın kumandasında
bulunan büyük ve küçük subaylar ailelerini Adakale’ye getirmişlerdir. Burada
bulunan ahali hep bu asker ailelerinin nesillerindendir. Kalenin duvarlarına
bitişik evler buna bir delil olduğu gibi, ahalinin anadilinin sırf Türkçe
olması da bundan kaynaklanmaktadır. Bu ailelerin erkek evladı belirli bir
müddet için burada askerlik yaparlardı.
1877–1878
Osmanlı Rus-Harbi’nde Türk’ün gönlünden Tuna’yı kopardılar. Osmanlı Devleti’nin
Tuna nehrine kıyısı olan toprağı kalmadı. Medeni Avrupa devletleri (!) Türkleri
Balkanlar’dan çıkarmaya çoktan karar vermiş, Asya’ya kovmanın planlarını
merhale merhale uygulamaya başlamışlardı. Berlin Anlaşması bunun en büyük ilk
darbesiydi. Ama kader bu güzel toprağın daha 40 yıl bizde kalmasını yazmıştı
bir kere. Berlin Anlaşması’nda her şeyi düşünen büyük devletler adanın kime ait
olması meselesini maddelere geçirmeyi unutmuşlar böylece Adakale Osmanlı Devleti’nde
kalmıştı.
Bu unutma
garip bir durumu ortaya çıkarmıştı. Türkiye anakarasına nehir ve denizyoluyla
üstelik bin bir güçlükle ulaşılabilecek 1.300 km . uzaklıkta bir
toprak parçası nasıl idare edilecekti? Belki de dünyada ilk defa bir kaza müdürlüğü,
idari olarak İçişleri değil, Dışişleri Bakanlığı’na bağlandı. Viyana’da bulunan
Osmanlı Büyükelçiliği aracılığıyla İstanbul’daki Hariciye Nezareti’ne
gönderilen talepler, raporlar aynı yoldan cevaplanabiliyordu.
1913 yılında
yapılan nüfus sayımı neticesi Adakale’de 171 hanede 637 kişi yaşıyordu. Adakale
nüfus defterinde isim, anne-baba ismi yanında doğum yeri, medeni hal, yaş, boy,
göz, sima vb. ayrıntılı bilgiler ile meslek hanesinin de doldurulmuş olması
bize çeşitli ipuçları sağlamaktadır.
Adanın geçim
zorlukları, gıda, yakacak odun vb. ihtiyaç malzemeleri ile eğitim, sağlık,
imar, idari problemleri hep Viyana Büyükelçiliğimiz aracılığıyla halledilmeye
çalışıldı. Ada halkı ise bu duruma başka çözümler bulmuştu. 1918 yılına kadar
Sırbistan, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Romanya’nın tam kesiştiği bir
noktada bulunan Adakale’de gayri resmi kazanç kapısı tütün, şeker, tuz ve içki kaçakçılığıydı.
Resmi kazanç
kapısı ise Osmanlı Devleti’nde daha turizmin t’si bile anılmıyor iken, bu
adanın turistlerden gelir temin etmesiydi. Adaya özellikle 1880’li yıllardan
sonra Tuna nehri üzerinde seyreden turist vapurları çok sık uğruyordu.
Adada en büyük
meslek grubunu oluşturan 70 kayıkçı, 24 tüccar vb. meslekler vardı. Ama özellikle
gelirini sadece turizmden sağladığını düşündüğümüz mesleklerin, ada nüfusuna
oranla ihtiyaçtan oldukça fazla olduğu ortadadır. 13 vapur kahvecisi, 12
sigaracı, 9 berber, 6 kahveci, 4 Kunduracı, 4 bakkal, 3 bozacı, 2 tütün
kıyıcısı esnafı sadece turistlere çalışan sektörlerdendi. Büyük çoğunluğu fakir
olan ada nüfusunun ihtiyacı yanında adaya gelen ziyaretçilere hizmet verdiğini
düşündüğümüz diğer bazı meslekler de şöyledir. 2 kasap, 1 börekçi, 1 kebabçı, 1
kundura boyacısı, 1 saatçi, 1 şekerci, 1 terzi, 1 yorgancı. Bir başka kaynakta
ise adadaki şekerci sayısı bir düzine olarak geçmektedir. Adaya gelen turistler
küçük çarşısındaki kahvecilerde Türk kahvesini içerken, hediyelik çeşit çeşit
şeker ve lokum sigara ve Türk tütünü alıyorlardı.
İsmail Habib
Sevük 1935 yılında neşredilen Tuna’dan
Batı’ya adlı kitabında: “…Tuna
vapurlarının güzel bir adeti olan alaturka kahve satmak imtiyazı Adakalelilere
verilmiş. Bizim vapurda bu vazifeyi Aziz Ağa görüyor. Geniş omuzlu, pos
bıyıklı, pehlivan yapılı, kahve getirmeğe giderken zannediyorsun ki kıspetini
alıp gelecek; ellilik gövdesini dinç adımlarla yürüten şu efendi adama bak, bu
kahveci insana öyle geliyor ki, yalnız bu vapurun değil bütün bu suların
sahibidir. Bir adamda bir vatan buldum!...”
Ada iskelesine
yanaşan vapurlardan inen ziyaretçiler, çok uzakta olan Türkiye’nin adeta
minyatür bir halini Adakale’de görebilme imkânına kavuşuyorlardı. Adaya inince
tarihi tahkimatı, belediye binası, cami külliyesi, küçük dükkânların
sıralandığı ana caddesi, çarşısı Pazar yeriyle adaya bir köy dokusu hâkimdi.
Biri pazaryeri, öbürü kale surlarının bittiği yerde iki kahvehane vardı. Evlerin
mimarisi Rumeli Türk üslubuna özgüydü.
Yine adaya
gelip orada bir eşyasını unutan ziyaretçilerin hiçbir eşyasına dokunulmaz, bir
dükkânın vitrininde sergilenirdi. Turistler adaya bir dahaki gelişlerinde o
eşyalarını tanır ve alırlardı. Bu da Avrupalılar için hayranlık uyandıran bir
güven timsaliydi.
Osmanlı’nın
turizmle geçinen ilk beldelerinden ve Tuna üzerinde Türk bayrağının son
dalgalandığı yer olan Adakale’nin Romanya’ya ait olduğu 1923 Lozan
Anlaşması’ndan sonra Türkiye tarafından kabul edilmiştir. İsmail Habib Sevük,
Berlin Anlaşması’nda adanın zikredilmesinin unutulmasını ve Lozan’dan sonra
Adakale’yi kaybetmenin acı tarifini dikkat çekici bir üslupta anlatmıştır:
“ … Berlin Muahedesi yapılırken nasılsa Adakale
unutuluyor. Bu nisyan sayesinde kırk yıl [daha] o küçük ada bizde kaldı… Büyük
harpten sonra o kırk yıllık yanlışı düzelttiler. Hiçbir düzeltme bundan yanlış
olamaz. Kırk yılın ucunda mukaddes bir unutma, diğer ucunda melun bir düzeltme.
Cihan harbinden iki misli büyüyerek çıkan şişman Romanya’ya o üç harmanlık ada
ne verdi? O dünya savaşında coğrafyasının yarısı giden biz, Arap kıtalarından
çok, o adacığa yandık. Onların kazancı hiç, bizim kaybımız derin. Türk’te
kalmayan Tuna, Tuna’da kalan o ada ile bize bağlıydı. Sızımızda kesilen bir
damar acılığı var…”
Adanın 1923’de
Romanya Krallığı ve Sosyalist Romanya dönemindeki Türklerin hayatı, bir başka
yazı konusudur. Evet, Adakale’nin kaybı o devirde herkesin canını acıtmıştı. Koskoca
Rumeli 1913’de kaybedilmişti, ama 1923’e kadar hukuki olarak elimizde kalan
bayrağımızın dalgalandığı Rumeli’deki son toprağımızdı bu küçük ada.
Ama daha da
acı olan 1970 yılında Romanya ile Sırbistan’ın ortaklaşa yaptığı bir barajla
Adakale’nin tamamen Tuna nehrinin suları altında kalıp yok olmasıydı. Yönetmen
İsmet Arasan'ın çektiği Adakale Sözlerim
Çoktur belgeselinde Türkiye’ye göç eden bir Adakalelinin söylediği söz adeta
yürekleri dağlamaktadır: “Herkesin bir
memleketi var, gidemese de göremese de, ancak benim çocuklarıma
gösterebileceğim bir memleketim bile yok. Çünkü sular altında kaldı. Bu çok
acı.”
Not: Bu yazı Yenişafak Gazetesi Pazar Eki'nde 20/04/2010 tarihinde yayınlanmıştır.