Yıldırım Ağanoğlu sayfasına hoşgeldiniz

Bu sayfada yaptığım araştırmalar, kitap ve makalelerim, televizyon programlarım hakkında bilgiler bulacaksınız. Balkanlar konusundaki yazılarım, ilgi alanlarım ve çeşitli haberleri de paylaşmaya çalışacağım. Yorumlarınızı ve eleştirilerinizi bekliyorum. Balkanları unutmayalım

7 Ocak 2012 Cumartesi


OSMANLI’NIN TURİZM İLE GEÇİNEN İLK ADASI: ADAKALE

H. Yıldırım AĞANOĞLU


Bir yer hayal edin, yüz yıl önce nüfusunun tamamı Türklerden oluşsun. Bir yer hayal edin ki sularla çevrili bir ada olsun. O sular, orada yaşayanları izole edip, karayla bağlantısını kessin. Bu kuşatılmışlık yabancı kültürden ve hatta düşmanlardan korusun. Nereden bahsediyorsun, dediğinizi duyar gibiyim. Burası bir ada ama ne denizde, ne de gölde. Bir nehrin ortasında 1.500 metre uzunluğunda 400 metre genişliğinde bir ada. “Türkün gönlünde dağ varsa Balkan’dır, nehir varsa Tuna’dır” dizesindeki Tuna nehrinin üzerinde Romanya ile eski Yugoslavya arasında kalmaktaydı.

Bizim gönlümüzde, tarihi ideallerimiz ve kültürümüzde Rumeli ismiyle geçen, yakın zamana kadar tüm dünyanın Balkanlar dediği, ancak şimdi adı nedense Güneydoğu Avrupa diye anılmaya başlayan coğrafyanın, bir inci tanesi kadar güzel beldelerinden sadece biriydi bu ada.

Bir araştırmada adanın kısa tarihi ve içinde oturanların kimler olduğu şöyle anlatılmaktadır: Tahminî olarak 1770’li yıllardan sonra Tuna nehri üzerinde hiçbir vapurun geçmediği, Adakale’de bir paşanın kumandasında bulunan büyük ve küçük subaylar ailelerini Adakale’ye getirmişlerdir. Burada bulunan ahali hep bu asker ailelerinin nesillerindendir. Kalenin duvarlarına bitişik evler buna bir delil olduğu gibi, ahalinin anadilinin sırf Türkçe olması da bundan kaynaklanmaktadır. Bu ailelerin erkek evladı belirli bir müddet için burada askerlik yaparlardı.

1877–1878 Osmanlı Rus-Harbi’nde Türk’ün gönlünden Tuna’yı kopardılar. Osmanlı Devleti’nin Tuna nehrine kıyısı olan toprağı kalmadı. Medeni Avrupa devletleri (!) Türkleri Balkanlar’dan çıkarmaya çoktan karar vermiş, Asya’ya kovmanın planlarını merhale merhale uygulamaya başlamışlardı. Berlin Anlaşması bunun en büyük ilk darbesiydi. Ama kader bu güzel toprağın daha 40 yıl bizde kalmasını yazmıştı bir kere. Berlin Anlaşması’nda her şeyi düşünen büyük devletler adanın kime ait olması meselesini maddelere geçirmeyi unutmuşlar böylece Adakale Osmanlı Devleti’nde kalmıştı.

Bu unutma garip bir durumu ortaya çıkarmıştı. Türkiye anakarasına nehir ve denizyoluyla üstelik bin bir güçlükle ulaşılabilecek 1.300 km. uzaklıkta bir toprak parçası nasıl idare edilecekti? Belki de dünyada ilk defa bir kaza müdürlüğü, idari olarak İçişleri değil, Dışişleri Bakanlığı’na bağlandı. Viyana’da bulunan Osmanlı Büyükelçiliği aracılığıyla İstanbul’daki Hariciye Nezareti’ne gönderilen talepler, raporlar aynı yoldan cevaplanabiliyordu.

1913 yılında yapılan nüfus sayımı neticesi Adakale’de 171 hanede 637 kişi yaşıyordu. Adakale nüfus defterinde isim, anne-baba ismi yanında doğum yeri, medeni hal, yaş, boy, göz, sima vb. ayrıntılı bilgiler ile meslek hanesinin de doldurulmuş olması bize çeşitli ipuçları sağlamaktadır.

Adanın geçim zorlukları, gıda, yakacak odun vb. ihtiyaç malzemeleri ile eğitim, sağlık, imar, idari problemleri hep Viyana Büyükelçiliğimiz aracılığıyla halledilmeye çalışıldı. Ada halkı ise bu duruma başka çözümler bulmuştu. 1918 yılına kadar Sırbistan, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Romanya’nın tam kesiştiği bir noktada bulunan Adakale’de gayri resmi kazanç kapısı tütün, şeker, tuz ve içki kaçakçılığıydı.

Resmi kazanç kapısı ise Osmanlı Devleti’nde daha turizmin t’si bile anılmıyor iken, bu adanın turistlerden gelir temin etmesiydi. Adaya özellikle 1880’li yıllardan sonra Tuna nehri üzerinde seyreden turist vapurları çok sık uğruyordu.

Adada en büyük meslek grubunu oluşturan 70 kayıkçı, 24 tüccar vb. meslekler vardı. Ama özellikle gelirini sadece turizmden sağladığını düşündüğümüz mesleklerin, ada nüfusuna oranla ihtiyaçtan oldukça fazla olduğu ortadadır. 13 vapur kahvecisi, 12 sigaracı, 9 berber, 6 kahveci, 4 Kunduracı, 4 bakkal, 3 bozacı, 2 tütün kıyıcısı esnafı sadece turistlere çalışan sektörlerdendi. Büyük çoğunluğu fakir olan ada nüfusunun ihtiyacı yanında adaya gelen ziyaretçilere hizmet verdiğini düşündüğümüz diğer bazı meslekler de şöyledir. 2 kasap, 1 börekçi, 1 kebabçı, 1 kundura boyacısı, 1 saatçi, 1 şekerci, 1 terzi, 1 yorgancı. Bir başka kaynakta ise adadaki şekerci sayısı bir düzine olarak geçmektedir. Adaya gelen turistler küçük çarşısındaki kahvecilerde Türk kahvesini içerken, hediyelik çeşit çeşit şeker ve lokum sigara ve Türk tütünü alıyorlardı.

İsmail Habib Sevük 1935 yılında neşredilen Tuna’dan Batı’ya adlı kitabında: “…Tuna vapurlarının güzel bir adeti olan alaturka kahve satmak imtiyazı Adakalelilere verilmiş. Bizim vapurda bu vazifeyi Aziz Ağa görüyor. Geniş omuzlu, pos bıyıklı, pehlivan yapılı, kahve getirmeğe giderken zannediyorsun ki kıspetini alıp gelecek; ellilik gövdesini dinç adımlarla yürüten şu efendi adama bak, bu kahveci insana öyle geliyor ki, yalnız bu vapurun değil bütün bu suların sahibidir. Bir adamda bir vatan buldum!...”

Ada iskelesine yanaşan vapurlardan inen ziyaretçiler, çok uzakta olan Türkiye’nin adeta minyatür bir halini Adakale’de görebilme imkânına kavuşuyorlardı. Adaya inince tarihi tahkimatı, belediye binası, cami külliyesi, küçük dükkânların sıralandığı ana caddesi, çarşısı Pazar yeriyle adaya bir köy dokusu hâkimdi. Biri pazaryeri, öbürü kale surlarının bittiği yerde iki kahvehane vardı. Evlerin mimarisi Rumeli Türk üslubuna özgüydü.

Yine adaya gelip orada bir eşyasını unutan ziyaretçilerin hiçbir eşyasına dokunulmaz, bir dükkânın vitrininde sergilenirdi. Turistler adaya bir dahaki gelişlerinde o eşyalarını tanır ve alırlardı. Bu da Avrupalılar için hayranlık uyandıran bir güven timsaliydi.

Osmanlı’nın turizmle geçinen ilk beldelerinden ve Tuna üzerinde Türk bayrağının son dalgalandığı yer olan Adakale’nin Romanya’ya ait olduğu 1923 Lozan Anlaşması’ndan sonra Türkiye tarafından kabul edilmiştir. İsmail Habib Sevük, Berlin Anlaşması’nda adanın zikredilmesinin unutulmasını ve Lozan’dan sonra Adakale’yi kaybetmenin acı tarifini dikkat çekici bir üslupta anlatmıştır:

“ … Berlin Muahedesi yapılırken nasılsa Adakale unutuluyor. Bu nisyan sayesinde kırk yıl [daha] o küçük ada bizde kaldı… Büyük harpten sonra o kırk yıllık yanlışı düzelttiler. Hiçbir düzeltme bundan yanlış olamaz. Kırk yılın ucunda mukaddes bir unutma, diğer ucunda melun bir düzeltme. Cihan harbinden iki misli büyüyerek çıkan şişman Romanya’ya o üç harmanlık ada ne verdi? O dünya savaşında coğrafyasının yarısı giden biz, Arap kıtalarından çok, o adacığa yandık. Onların kazancı hiç, bizim kaybımız derin. Türk’te kalmayan Tuna, Tuna’da kalan o ada ile bize bağlıydı. Sızımızda kesilen bir damar acılığı var…”

Adanın 1923’de Romanya Krallığı ve Sosyalist Romanya dönemindeki Türklerin hayatı, bir başka yazı konusudur. Evet, Adakale’nin kaybı o devirde herkesin canını acıtmıştı. Koskoca Rumeli 1913’de kaybedilmişti, ama 1923’e kadar hukuki olarak elimizde kalan bayrağımızın dalgalandığı Rumeli’deki son toprağımızdı bu küçük ada.

Ama daha da acı olan 1970 yılında Romanya ile Sırbistan’ın ortaklaşa yaptığı bir barajla Adakale’nin tamamen Tuna nehrinin suları altında kalıp yok olmasıydı. Yönetmen İsmet Arasan'ın çektiği Adakale Sözlerim Çoktur belgeselinde Türkiye’ye göç eden bir Adakalelinin söylediği söz adeta yürekleri dağlamaktadır: “Herkesin bir memleketi var, gidemese de göremese de, ancak benim çocuklarıma gösterebileceğim bir memleketim bile yok. Çünkü sular altında kaldı. Bu çok acı.

Not: Bu yazı Yenişafak Gazetesi Pazar Eki'nde  20/04/2010 tarihinde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder