Yıldırım Ağanoğlu sayfasına hoşgeldiniz

Bu sayfada yaptığım araştırmalar, kitap ve makalelerim, televizyon programlarım hakkında bilgiler bulacaksınız. Balkanlar konusundaki yazılarım, ilgi alanlarım ve çeşitli haberleri de paylaşmaya çalışacağım. Yorumlarınızı ve eleştirilerinizi bekliyorum. Balkanları unutmayalım

25 Aralık 2011 Pazar

77 YIL SONRA PRİJEPOLJE (Priyepolye)

77 YIL SONRA PRİYEPOLYE’DE


22 Eylül 2009 Ramazan Bayramının üçüncü günü. Kaderim beni Saraybosna'ya tekrar sürükledi. Priyepolye (Orijinali: Prijepolje) doğumlu Hüseyin Amcam de benimle beraberdi. Babamın gidemediği ve kardeş çocukları olduğu akrabalarına ben ve amcam ilk defa gidiyorduk. Bizi karşılayan akrabalarımla hasret giderdikten sonra kalacağımız evlere dağıldık. Babamın doğduğu şehre gitmek için dakikaları saymaya başlamıştım.

Anladığım kadarıyla akrabalarımız yollar güvenli de olsa bizim Priyepolye’ye gitmemizden pek hoşnut değillerdi. Ancak aradan o kadar uzun seneler geçmişti ki biz bu coğrafyaya sadece 3 saatlik bir mesafedeyken bu sıkıntıları düşünecek durumda değildik. Netice de akrabalarımla birlikte Saraybosna şehir merkezindeki Sırbistan Büyükelçiliği’ne gittik. Çünkü amcam Hüseyin Ağanoğlu’nun doğduğu şehri görebilmesi için Sırbistan vizesi gerekiyordu. Fotoğraflar çekildi, gereken işlemlere başlandı. Ancak bürokrasi burada peşimizi bırakmadı ve vize işinin kısa sürede sonuçlanamayacağı anlaşıldı. Dolayısıyla amcam vazgeçmek zorunda kaldı.

Vişegrad Köprüsü’nü ziyaretimizden sonra kenarında, çektirdiğimiz fotoğrafların bizim için ayrı bir hatırası oldu. Çok mutluyduk. Ancak Saraybosna’ya döndükten sonra akrabam Nermina’ya çektiğim fotoğrafları gösterdiğimde ben heyecanla Vişegrad Köprüsü’nü ne kadar beğendiğimi anlatırken, onların yüzü asık bir şekilde beni dinlediklerini gördüm. Ne olduğunu sorduğumda yine bir acı haberle karşılaştım. Bu köprüde Sırp çetnikler hem 2. Dünya Savaşı’nda hem de 1992 savaşında Müslüman Boşnakları katletmişler. Hatta o zamanlar bu köprüye kanlı köprü adı verilmiş. Drina nehrinin günlerce kan kırmızısı aktığı rivayet edilir. Ne acı yarabbim. Hayvanlar bile içgüdüsel olarak ve sadece yiyecekleri bir canlıyı öldürürler. Bir insana böyle bir katliam yapacak bir insan düşünemiyorum. Onlar hayvandan da aşağılık varlıklar çünkü.

Vişegrad Köprüsü’nü ziyaret ettikten sonra, bizi orada bekleyen Sabahaddin Obucina beyefendi ile tanıştık. Tanışmadan sonra biz Zambak Tur grubundan ayrıldık. Sırf, Hüseyin Kansu’nun ricası üzerine bizi alıp, babamın doğum yeri olan Priyepolye’ye götürmek için 2-3 saatlik bir yoldan gelen bu beyefendi Priyepolye İslam Meclisi Başkanı idi. Gerçekten ilerlemiş yaşına rağmen hala bir delikanlı gibiydi. Kıyafeti, kibarlığı ve misafirperverliği ile bizleri etkiledi.

Arabaya ben, eşim, kendisi de Priyepolye doğumlu olan Zehra Halam ve bize Boşnakça tercümeler konusunda yardımcı olacak dostumuz Rıfat Ahmetbeyoğlu ile bindik. Aradan çok geçmeden Rudo kasabasından geçtik. Yıllardır Osmanlı Tarihinde çok önemli bir rolü bulunan Sokullu Mehmet Paşa’nın Sırp asıllı bir devşirme olduğu, hatta kardeşinin papaz olduğu anlatılır. Türkler Rumeli tarihini eski Yugoslayva’daki Sırp tarihçilerden öğrendikleri için bazı gerçekleri bilememeleri normaldi tabii. Son dönemde yetişen bazı Boşnak tarihçiler Sokullu Mehmet Paşa’nın aslının Rudo kasabasından olduğunu iddia etmektedir. İlerleyen zamanlarda bu mesele de yeni bilgilerin ortaya çıkması belki de bilinenleri değiştirecektir.

Rudo’yu geçtikten sonra Sabahattin Bey bize eliyle bir binayı işaret etti. Yolun köşesindeki bir terk edilmiş bir mola tesisinde savaş esnasında yaşanan bir olayın anlatılması bizi dehşete düşürdü. Bosna Savaşı esnasında 1992 yılında içi tamamen Boşnak Müslümanlarla dolu bir otobüs bu mola tesisinde çetnikler tarafından durdurularak yolcuların tamamı katledilmiş. Otomobilde buz gibi bir hava esti. Herkes suskundu, şehitlerin mübarek kanları o topraklara sinmişti. Pırıl pırıl bir gökyüzü, güneşli bir gün, yemyeşil bir tabiat olmasına rağmen katliamın manevi ağırlığı ve hüznü hepimizin gönlüne gelip oturmuştu. Üç İhlâs, bir Fatiha okuyarak yolumuza devam ettik. Babamın doğduğu topraklara ulaşmak aslında düşündüğüm gibi hiç neşeli başlamamıştı.

Sırbistan sınırına ulaştığımızda yanımıza gelen bir bay bir bayan sınır polisi pasaportlarımızı aldıktan sonra arabanın içerisine uzun uzun baktı. Tercümanımız Rıfat’a neden vizemiz bulunmadığını sordu. Yanımızdaki Rıfat Bey ayrıntılı olarak elimizdeki Hususi Pasaporta (Yeşil Pasaport) vize gerekmediğini anlattı. Onların gözlerindeki bakışları hiç unutmayacağım. Davranışları hiç de, hoş geldiniz der gibi değildi çünkü. Daha yarım saat önce Rudo civarındaki katliam anlatıldıktan sonra bir de buradaki soğuk muamele savaş zamanında aslında burada neler yaşandığını anlamamız için yeterli ipuçlarıydı.

Her ne kadar Sırbistan 1992’deki gibi ülke değildi artık. Miloşeviç devrilmiş, daha demokratik bir ülke haline gelmeye çalışan bir ülke olmuştu. 2009 eylülündeki Sırbistan hükümetinde Sancaklı bir Boşnak bakan vardı. Sancak Müslümanları Milli Konseyi Başkanı Sancak Müslümanlarının lideri Dr. Süleyman Ugljanin bakan olmuştu. Savaş zamanında aranan ve ülkesinden çıkmak zorunda kalıp Ankara’ya sığınan bu insan artık Belgrad’da bakandı. Sırf bu olay bile konjonktürün ne kadar değiştiğini göstermesi bakımından yeterli bir örnektir.

Sırbistan topraklarına girdikten sonra bir başka heyecanlandım. Ne de olsa yıllardır adını duyduğum, acısını hissettiğim, kavuşma heyecanı yaşadığım ve ailemin köklerinin bulunduğu Sancak bölgesine girmiştim, artık. Her kavuşma aynı zamanda göçün ne kadar acı bir kavram olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu bana.

Saraybosna’dan beri başlayan yeşillik bizden hiç ayrılmamıştı. Her taraf ya orman ya da yemyeşil araziydi. Saraybosna’dan çıkıp Priyepolye’ye gelene kadar geçen üç saatlik bir zamanda yeşil olmayan sadece kahverengi toprak olan bir arazi görmeniz neredeyse imkânsızdır. Geçtiğimiz yolların neredeyse tamamının yanında ise mutlaka bir ırmak akıyordu.

İlk geçeceğimiz Sancak şehri Priboy’du. Burada babamla kardeş çocuğu olan Şuçro Amca ile tanıştık ve görüştük. Amca ile ilk defa görüşmemize ve hatta varlığını bile ilk defa duymamıza rağmen son derece samimi bir şekilde sarıldık birbirimize. Eee kolay değildi göç, kolay değildi 77 senelik ayrılık. Bunu anlatmaya kelimeler kâfi gelmiyor. Şuçro ile benim babam kardeş çocukları imiş. Bunu duyunca o kadar üzüldüm ki. Hadi benim bilmemem normal ama babam ile amcamın bile onları hiç tanımamaları ve bağlantılarının kopmuş olması ne kadar acı bir olay aslında.

Aslında Ahmet dedem 4 erkek kardeşmiş. Ahmet, Aliya, Mehmet ve Hasan. Bunlardan Hasan’ın çocuğu olmamış. Ahmet Dedem 1932 yılında İstanbul’a göç etmiş. Aliya Aginçiç Priyepolye Belediye başkanlığı yapmış. Aliya, bizimle aynı arabada gelen Zehra Halam’ın babası. 2. Dünya Savaşı sonunda 1944 yılında çetnikler, Alman taraftarlığı yaptığı iddiasıyla evinden alıp sokak ortasında şehit etmişler onu. Eşi Esma çocukları Murat, Kamil, Ayşe, Müyesser ve Zehra’yı alıp Saraybosna’ya göç etmiş. Saraybosna’da yaşadıklarından ve Türkiye’ye gelip gittiklerinden dolayı bu beş kardeş çocuğu bizlerle tanışıyor ve görüşüyorlardı.

Ancak Şuçro’nun babası Mehmet Priyepolye’de yaşamaya devam ettiğinden dolayı ve ne kendisi ne de çocukları Türkiye’ye gelmediklerinden dolayı hiç tanışamamıştık. Bu gezi vesileymiş bu buluşmalara. Ayrılık ve Allaha Emanet sözleri bir başka hüzünlendirdi bizleri. Ancak ayrılmanın verdiği hüzün hemen dağıldı. Çünkü yaklaşık 45 dakikalık bir yol sonrası babamın doğum yerine kavuşmanın verdiği heyecan ve kalp çarpıntısı daha ağır basmıştı çünkü.

Priyepolye’ye ilk girdiğimizde bizi Osmanlı’nın bölgeye yadigâr bıraktığı Saat Kulesi karşıladı. Arabadan fotoğraf çekilmek üzere indiğimde 77 yıllık hasrette sona ermiş oluyordu aslında. Evet babamın doğduğu şehre ayak basmıştım. Şaşkınca ve telaşla etrafa bakıyordum. Nereye bakacağımı bilemez bir haldeydim çünkü. Fotoğraf çekildikten sonra Zehra Halam kendi doğduğu evlerinin olduğu Vakıf Camii ve mahallesini işaret etti. Babamın mahallesi ise daha ileride Şaranpo Mahallesiymiş. Terzi olan Ahmed Dedem nerede çalışıyordu acaba. Ne şartlar altında göç etmeye karar vermişti. Beynimin içinde bu sorular dolaşıyordu.

Priyepolye şehri Bosna-Sırbistan sınırına 45 km. mesafede bir kasabadır. Orijinal yazılışı Prijepolje’dir. Osmanlı ise bu kasabaya Prepol demekteydi. Balkanlar’da dolaşırken ya da tarihi araştırmalar yaparken çekeceğiniz zorluklardan bir tanesi de yer isimlerinin farklı söylenişi ya da yazılışıdır. Makedonya, Bosna-Hersek ve Sırbistan’da Roma İmparatorluğu zamanında kurulan şehirlerin isimleri daha sonra Slav kabilelerinin bölgeye yerleşmesiyle değişmiştir. Osmanlı Devleti Balkanlar’ı fethedince kimi şehirler yeni kurulmuş, kimi şehirler büyümüş ve gelişmiştir. Osmanlı daha önce kurulu bulunan bir şehrin ismini genelde değiştirmemiş, telaffuz ederken kendi diline uyarlamıştır. Sancak bölgesi şehirleri olan Prijepolje-Prepol, Sjenitsa-Seniçe, Novipazar ise Yenipazar şeklinde kaydedilmiştir. Plevlja’ya ise Osmanlı Taşlıca demiştir. İşyerimde her gün çeşitli belgelerini gördüğüm bu şehirlerde bulunmak o kadar güzeldi ki.

Daha sonra babamın doğduğu mahalle olan Şaranpo Mahallesi’ne gittik. Buradaki İbrahim Paşa Camii’ni ziyaret ettik. Burada eskiden görev yapan bir akrabamın Hafız olduğunu öğrendim. Babamın evini buldum, fotoğraflarını çektim. Babamın şehit edilen Ali Amcasının yaptırdığı çeşmeyi gördük, oradan su içtik. 1944’te sokak ortasında öldürülen Ali Amca’nın mezar taşının koyulmasına bile ancak komünizm devrinin bitmesinden sonra müsaade edilmişti. Bu ne acıdır yarabbim.

Babamın diğer Amcası Mehmet Bey’in torunu Ertekin ile tanıştık. 77 yıl süren ayrılık bitmişti artık. Şehrin ortasından geçen Lim Nehrine indim, elimi yüzümü yıkadım. Ne Ahmet Dedem ne de babam bu şehirden 1932 yılında göç ettikten sonra bir daha bu şehri görememişler. Bu İstanbul’daki tüm akrabalarımız arasında sadece bana nasip olmuştu. Üzüleyim mi, sevineyim mi, bilemedim. Hem hüzün hem sevinç benimle bir aradaydı.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanlar’ın Makûs Talihi Göç, kitabını yazdım ama altı gün süren Bosna-Hersek ve Priyepolye gezimde göç ne kadar acı bir kavrammış, göç acılarını hem de 77 yıl sonra bir kez daha bizzat yaşayarak öğrendim.

H. Yıldırım AĞANOĞLU

15.10.2009

3 yorum:

  1. benim dedem 'de buradan Bursa 'ya 1933 yılında göç etmiş ve Bursa Yeşil türbesi türbedarlığı yapmış 2 temmuz 1961 yılında vefat etmiş İbrahim KUTMAN dır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba çok memnun oldum. Türbedarlık görevi resmi mi, gönüllü mü imiş. Bir resmi varsa gönderebilir misiniz? Priyepolye ile ilgili yeni bir kitap çalışmasına başladım. Belki orada değerlendirebilirim.

      Sil
    2. Eğer resim gönderirseniz mail adresim: y_aganoglu@yahoo.com

      Sil